Bugün biraz geçmişe yolculuğa çıkalım. Biraz demek belki de yeterli olmayacaktır. XVII. yüzyıl divan şairlerinden Nef’î’ye gelin şöyle bir göz atalım. Nef’î’nin asıl adı kaynaklarda Ömer olarak geçmektedir. Küçük yaşlarda iyi bir eğitim görmeye başlayan Nef’î yine küçük yaşlarda şiirler yazmaya başlamıştır. İlk şiirlerinde Zarrî –zararlı- mahlasını kullanmıştır. Ona Nef’î –yararlı- mahlasını veren kişi Gelibolulu Âli’dir. Rahmetli Gelibolulu, Nef’î’nin hicivlerini görseydi muhtemeldir ki ona Zarrî mahlasında kalması için ısrarcı olurdu.
Sihâm-ı Kazâ Nef’î’nin önemli bir eseridir. Nef’î bu eseri, hiciv tarzı şiirlerle doldurmuştur. Nef’î bu eserinde, alay ve taşlamaların yanı sıra küfür derecesinde yazdığı şiirleri bir araya getirmiştir. Hicvin bir padişahı olsaydı muhakkak Nef’î olurdu. İnsan eserine başlarken babasını da hicvetmez!
Devlet büyüklerini, sadrazamları, vezirleri ve şairleri hicveden Nef’î, sert üslubundan hiçbir zaman ödün vermemiştir. Nef’î’nin ölümü de bu hicivler sayesinde olduğu söylentiler arasındadır.
Devrin en önemli şahsiyeti Şeyhülislâm Yahyâ, Nef’î’nin nezaketsiz şiirlerine karşılık onu kâfir olmakla suçlamıştır. Nef’î, eserinde herkese ağır bir dille şiirler yazarken Şeyhülislâm Yahya için terbiye sınırlarını koruyarak bir cevap vermiştir. İşte Nef’î’nin o meşhur cevabı şu şekildedir:
“Bana kâfir demiş Müftî Efendi
Tutalım ben diyem ana müselmân
Varıldıkta yarın rûz-ı cezâya
İkimiz de çıkarız anda yalan”
(Müftü Efendi bana kâfir demiş, ben ona Müslüman diyeyim. Ahirete gittiğimiz gün, söylediklerimizin yalan olduğu anlaşılır).