Dr. Kurtuluş Öztürk Yazdı
Tanzimat sonrasındaki gelişmeler, Osmanlı aydınlarını, devleti kurtaracak ideal birey konusunda daha fazla düşünmeye sevk ediyordu. Yoğunlaşan bütün bu çabalar, aynı zamanda karşılaşılan ağır problemlerin üstesinden gelecek, bir insan tipi arayışlarını da gündeme getirmiştir. Ancak hızlı ve bütünlükten yoksun olarak gerçekleşen ıslahatların ve uluslararası etkileşime bağlı olarak ortaya çıkan çok boyutlu gelişmelerin, Osmanlı toplumsal hayatında beklenmeyen bazı olumsuz yansımaları da olmuştu. Dejenere bir insan tipi de yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Toplum tarafından kabul görmeyen, edebiyatımızda da eleştirilen bu tip, Batılılığı sadece görüntü düzeyinde algılayan “alafranga” tipti.
RAKIM EFENDİ Mİ, FELÂTUN BEY Mİ?
Alafranga tipin karşısında geliştirilen aydın Osmanlı tipinin ilk örneği Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında görülür. Alafranga tip Felatun Bey’in karşısında yer alan Rakım Efendi, Felatun Bey gibi mirasyedi olmayıp sahip olduklarını çalışarak elde etmektedir. Çalışkan, ilim irfan sahibi bir genç olan Rakım Efendi, kendi değerlerimizle Batı’nın olumlu özelliklerini birleştirmiş ideal bir tip olarak sunulmaktadır.
MİDİLLİ ADASI KAYMAKAMI NAMIK KEMAL, CEZMİ’Yİ YAZIYOR
Modern döneme model birey önerisi sunan isimlerinden biri de Namık Kemal’dir. Namık Kemal, Türk edebiyatında tarihî roman türünde yazılan ilk eserlerden olan Cezmi’yi, 1877-1883 yılları arasında Midilli’de kaleme almıştır. Cezmi, romantik tarzda yazılmış bir eser olarak millî kimlik, model şahsiyet için bir örneklik oluşturmaktaydı. Romanın konusu II. Selim Dönemi’nde (16. yüzyıl) devam eden Osmanlı-İran Savaşlarıdır. Roman kahramanı Cezmi, şair ruhlu cesur bir delikanlıdır. Romanda Cezmi’nin yetişmesi, özellikleri, savaşta gösterdiği kahramanlıklar anlatılmaktadır. Özellikle 1877-1878 (1293) Türk-Rus Harbi’nden sonra Balkan’larda meydana gelen isyanlar ve ayrılık hareketleri, Namık Kemal’i “ittihad-ı İslam(İslâm Birliği)” düşüncesi üzerinde tekrar düşünmeye sevk etmiştir.
SABİH: MAHMUT KEMAL’İN İDEAL TİPİ
Son Asır Türk Şairleri, Son Sadrazamlar, Son Hattatlar, Hoş Sadâ gibi her biri biyografi sahasında abide sayılabilecek eserler kaleme almış olan İbnülemin Mahmut Kemal İnal da ideal bir birey portresi oluşturmak için, 24 yaşındayken Sabih adlı bir roman yazmıştı. Eser, 1895-1896 yılları arasında beş ay süreyle Asır gazetesinde yayımlanmıştır. İbnülemin, üç yıl sonra 1899 yılında Selanik’te basılan bu romanını, Namık Kemal’in Cezmi’sine nazire olarak kaleme aldığını ifade etmekteydi.
MANSUR: MİZANCI MURAD’IN İDEAL İNSANI
Modern döneme yeni birey önerisinde bulunan isimlerden bir başkası da Mizancı Mehmet Murat Bey’dir. Murat’ın teklifi 1890 yılında kaleme aldığı Turfanda mı Yoksa Turfa mı? adlı romanının başkahramanı Mansur’dur. Eserde “turfanda” (yeni) ve “turfa” (eski) iki farklı tipin karşılaştırması yapılmaktadır. Mansur, her bakımdan mükemmel, geniş kültürlü, idealist, vatanperver, bilgili ve zeki yeni tip olarak karşımıza çıkmaktadır. Mansur, yazarın gerçek zamanda, dönemin arayışına uygun, Türk-İslam kültürüyle Batı birikiminin dengeli bir karışımını sunmaya çalıştığı başarılı bir örnek olarak görülebilir.
IŞIĞA KOŞAN KELEBEK: HALUK
1867’de İstanbul’da doğan Tevfik Fikret, eğitimini Galatasaray Sultanisi’nde tamamlamıştır. Sultani’de Recaizade Mahmut Ekrem ve Mizancı M. Murat Bey gibi isimlerden ders alan şairin edebiyata ilgisi de bu dönemde gelişmiştir. İsmail Safa’nın çıkardığı Mirsad Gazetesi’nin açmış olduğu şiir yarışmasına Tevhit ve Sitayiş-i Hazret-i Padişahi şiirleriyle katılan Fikret’in burada aldığı birincilikler, edebiyat dünyasında tanınmasını sağlamıştır. Kısa süreli farklı memuriyetlerde bulunduktan sonra öğretmenliğe geçen Fikret, öğretmenliğinin büyük bir bölümünü (1897-1908) Robert Koleji’nde Türkçe öğretmeni olarak geçirmiştir. Ancak eğitimci olarak asıl şöhretini Galatasaray Sultanisi müdürlüğü görevini yürüttüğü kısa zaman diliminde kazanmıştır. Galatasaray’daki müdürlüğü sırasında okuldaki eğitimi Fransız modelinden J. Dewey’in geliştirdiği, yaparak uygulayarak öğrenme modeline geçirmiştir. Bu tercihte Robert Koleji’nde edindiği tecrübenin etkisini görmek mümkündür. Fikret, eğitimle ilgili tasarılarını “yeni mektep” adını verdiği bir eğitim modeline dönüştürmüştür. Kurmayı düşündüğü okulun iki temel prensibi vardır: “Aklın fizik bilimlerine ve doğaya bakan yönünü geliştirmek ve ahlaki kişiliği inşa etmek.” Kastettiği ahlak anlayışı “kişinin kendi kendini idareye muktedir olacağı bir ahlak” anlayışıdır. Ahlak anlayışının merkezine “izzet-inefs” kavramını yerleştiren Fikret, yaklaşım olarak haz ve acı yerine, saygınlık ve utanç duygusunun gelişimine odaklanmıştır. Bunu hayata geçirirken metot olarak, telkin ve münazara yönteminden etkin bir şekilde yararlanmıştır. O, mekân düzenlemesinin de öğrenci gelişiminde önemli olduğunu düşünmektedir. Fikret’in önemsediği hususlardan birisi de beden eğitimidir. Bu konudaki görüşünü: “Sağlam ruh, sağlam kafada bulunur.” sözüyle ifade etmektedir. Tevfik Fikret, en önemli eserleri olan Haluk’un Defteri ve Şermin’i ömrünün son dönemlerinde yazabilmiştir. Çocuk şiirlerinden oluşan Şermin’de, çocuklara, özlemini çektiği yeni insanın özellikleri olan iyilik, doğruluk, ahlaklılık, vatanseverlik, çalışkanlık gibi değerleri kazandırmaya çalışmıştır. Fikret’in, kurtarıcı misyon yüklediği ve şahsında ideal genç, portresini çizdiği kişi oğlu Haluk’tur. Haluk, karanlığı boğacak ışık, “Gökten dehay-ı narı çalan kahraman”dır. Bu kahramanın özelliklerini Haluk’un Defteri adlı kitapta topladığı; Haluk’un Defteri, Zelzele, Promete, Sabah Olursa, Haluk’un Vedaı, Hayata Karşı Beşer, Sultaniye, Ferda ve Gökten Yere gibi şiirlerinde ortaya koymaktadır.
14 YAŞINDAKİ HALUK, İSKOÇYA’YA GİDİYOR
Fikret, oğlu Haluk’u 1909 yılında on dört yaşındayken elektrik mühendisliği eğitimi için İskoçya’ya gönderdiği sırada yazdığı Haluk’un Vedaı isimli şiirinde, Haluk’a Avrupa’dan bol bol ışık getirmesi nasihatinde bulunur. Promete başlıklı şiirinde de Haluk’un şahsında bütün gençliği, Yunan mitolojisinde güneşten ateşi çalıp insanlara sunan Promete gibi, Batı’nın bilim ve tekniğini alıp milletine taşıyacak birer kahraman olmaya çağırmaktadır. Bunu yapacak olan “meçhul elektrikçi”ye orada bulacağı her şeyi getirmesini öğütlemektedir: Fikret, şiirlerinde; ışık, feyiz, nur, ziya kelimelerini yoğun kullanmaktadır. Haluk’un Vedaı şiirindeki “Bize bol bol ziyâ (ışık) kucakla getir!” mısraında da olduğu gibi, ışık, “pozitif bilim” anlamındadır. Onun pozitivizme yaklaşan bu anlayışına göre bilim, bütün dertlerin devasıdır. Bilim sayesinde toprak altın olacak, dünya da cennet olacaktır: “Bir gün yapacak fen, şu siyah toprağı altın/ Her şey olacak, kudret-i irfanla inandım.”
SABAH EZANINI YAZMIŞTI TEVFİK FİKRET AMA…
Ali Canip Yöntem, Fikret’in düşüncelerinin, millî terbiye yerine, dünya vatandaşlığı öneren Fransız yazar Anatole France’e dayandığına işaret eder. Mehmet Kaplan da, bu görüşleri sebebiyle Fikret’in, “din ve millî kültürün yerine, bir hayli karışık olan insaniyetçilik düşüncesini koymak” istediğini söyler. Fikret’in, Tarih-i Kadim şiirinde dile getirdiği (inkârcı) düşünceleri, çokça tartışılmıştır. Fatin Gökmen, Fikret’in Tarih-i Kadim’i bunalım hâlinde yazdığı ve bundan pişman olduğunu aktarmaktadır. Fikret, şiiri kimseye göstermemesi şartıyla sadece bir dostuna göstermiş, ancak dostu sözünde durmadığı için şiirin yayılmasına sebep olmuştur. Gökmen, Fikret’in bu şiiri sultanideki öğrencilerin birisinin kitapları arasından düştüğünü görünce ağladığını kaydetmektedir. Süleyman Nazif, Fikret’in otuz yaşına kadar tam teslimiyet sahibi bir Müslüman olduğunu aktarır. Fikret, yazdığı; Sabah Ezanında, Asker Geçerken, Hasanın Gazası, Kılıç gibi şiirleriyle hamasi, millî ve dinî hisleri yansıtmıştı. Ertuğrul Düzdağ, Fikret’teki bu değişimi geçirdiği asabi rahatsızlığa bağlar. Mahir İz, Fikret’in de dâhil olduğu son dönem Osmanlı aydınları arasında görülen manevi savrulmayı, dinî bilgi ve dinî kültürdeki eksikliğe bağlar ve “dinî kültürün, bunların hiçbirinde köklü bir şekilde var” olmadığına dikkat çeker. Okullarda verilen dinî bilginin kaynağı “Mehmet Zihni Efendi merhumun dinî eserleriyle, son sınıfta okutulan akaitten ibaretti” diyen Mahir İz’e göre bu aydınlar, dinin felsefe ve hikmet boyutlarına eğilme imkânı bulamamışlardı.
ASIM: AKİF’İN ÖZLEDİĞİ DEVLET YÖNETİMİNİ VE ÖZLEDİĞİ TOPLUMU KURACAK İDEALİST GENÇ
Mehmet Akif, babasının vefatı üzerine eğitimine, bir an önce meslek sahibi olmak için, Halkalı Ziraat Mektebi’nde (1889) devam eder. Edebiyata ilgisi okul yıllarında başlayan Akif’in dile karşı da özel bir yeteneği bulunuyordu. Babasından aldığı Arapça eğitimini devam ettirdiği gibi özel derslerle Farsça ve Fransızcasını da bu dillerin edebiyatlarına nüfuz edebilecek derecede ilerletir. Mektebi bitirdikten sonra 20 yıl kadar memleketin çeşitli vilayetlerinde memurluk yapar. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde yayın hayatına başlayan ve devrin yerli/İslamcı aydınlarının toplandığı Sebilürreşad Dergisi’nde başyazar olarak görev yapan Akif, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında kritik hizmetlerde bulunur.
Safahat’ın altıncı kitabı olan Asım, 2296 mısralık tek bir şiirden oluşur. Yazılışı 1919-1924 yılları arasındadır. Bu yıllar memleketin en kritik yıllarıdır. Eser, dört kişinin konuşmalarından oluşmaktadır. Bu şahıslar, Hocazade, Köse İmam, Asım (Köse İmam’ın oğlu) ve Emin’dir. Köse İmam eski devrin, Hocazade ise -İkinci Meşrutiyet’le iyice belirginleşen- yeni devrin temsilcisidir. Akif, ikilinin diyalogları üzerinden geçmişin ve o anın tahlilini yaptıktan sonra, önereceği genci inşa etmektedir. Bu tahlil sürecinde Akif, eskinin açmazlarını da, yeninin yanlışlarını da ortaya koyar. Bütüncül olarak bakıldığında Akif’in eserlerinde arzu ettiği devlet yönetimini ve özlediği toplumu, tasvir etmeye çalıştığı görülür. Ona göre, İslam ahlak ve birikimiyle halkın eksiklikleri, Batı bilim ve tekniğiyle de devletin eksikleri giderilebilecektir. Akif’in ortaya koyduğu problemleri çözecek, beklentilerini gerçekleştirecek olan ise Asım’la sembolize edilen yeni nesildir. Akif’in üstün özelliklerle kurguladığı Asım, fen ve teknik diyarı Almanya’da eğitim için gider. İyi bir bilgi birikiminin yanında, mükemmel bir ahlaka sahiptir. Asım vatan sevgisi hayli yüksek, haksızlığa tahammülsüz ve heyecanlı bir yapıya sahiptir. Bu kişiliği sebebiyle, gördüğü olumsuzluklara hemen müdahale etmekte, doğru bildiğini zorla da olsa uygulamaya kalkmaktadır. Aslında Asım’ın psikolojisini anlamak zor değildir. Asım, binlerce arkadaşını cephelerde şehit bırakmış, kendisi de defalarca yaralanmıştır. Savaş bittikten sonra cephe gerisinde gördüğü yolsuzluk, ahlaksızlık ve haksızlıklara tahammül edememiş ve bu insanlara karşı mücadeleye girişmiştir. Şair önce idealist ve enerjik bir gençten beklenebilecek gerçekçi bir portre çizmekte, ardından da Asım’a rehberlik yaparak iyi niyetle fakat yanlış yöntemle giriştiği yolun çıkmazlarını kendisine fark ettirmektedir. Yaptığı konuşmalarla ona hukukun, ilmin ve aklıselimin yolunu gösterir. Bütün bu modernleşme süreci boyunca aranan denge, Akif tarafından “marifet ve fazilet” olarak kodlanmaktadır. Ona göre milletleri iki değerin dengesi ayakta tutabilir. Marifet; bilim, teknik gibi somut alana hitap eden birikimdir. Fazilet de, tarih, felsefe, inanç, kültür, ahlak gibi soyut birikimdir. Milletlerin ayakta kalabilmesi için bu ikisi birlikte olmak zorundadır. Akif, kitabın sonunda Asım ve arkadaşlarını I. Dünya Harbi’ne katılmak için yarım bıraktıkları eğitimlerini tamamlamak üzere tekrar Almanya’ya dönmeye ikna etmektedir.
Akif de Tevfik Fikret de, modern bilime oldukça açıktırlar ve bu konuda aynı düşüncededirler. Fakat, “millî terbiye” konusunda ayrılmaktadırlar. Fikret için tarihten gelen birikim, büyük oranda toplumu geri bırakan ve ilerlemeyi engelleyen bir yüktür. Akif’in geçmişe ve klasik kurumlara yaklaşımı ise daha seçicidir. Medrese uzun süredir fonksiyonunu yerine getiremediği için “üç yüz senelik” bir fark oluştuğu kanaatindedir. Modern birikim, ancak dine ve tarihsel birikimin üzerine konulacak tamamlayıcı unsurdur. Yukarıda değinilen eserlerdeki bireylerden Cezmi ve Sabih tarihî kişilikler iken; Rakım Efendi, Mansur, Haluk ve Asım yazıldıkları dönemden şahıslardır. Bunların içinden sadece (Tevfik Fikret’in çocuğu) Haluk gerçek bir şahsiyettir. Yazılışları itibarıyla hepsinin temel gayesi “yeni bir birey” önerisinde bulunmaktır. Bu eserler üzerinden toplumun eğitilmesi, iyi ve güzel olana sevk edilmesi hedeflenmektedir. Eserlerde sosyal adaletsizlik, tembellik, dinin yanlış anlaşılması, cahillik, taklitçilik yaygın olarak eleştirilen durumlardır. Bunun yanında çalışkanlık, vatanseverlik, kahramanlık, adanmışlık, fedakârlık, bilgi, irade ve yüksek ahlak sahibi olmak gibi olumlu özellikler, karakterlerin ortak yönlerini oluşturmaktadır.
*Yazının tamamı ve kaynakları için bkz. Kurtuluş Öztürk, II. Meşrutiyetten Bugüne, Haluk’dan Asım’a Gençlik Arayışları
https://www.imh.org.tr/yayinpdf/enderun-dergisi-24-sayi-cikti_86_1.pdf (erişim 30 Eylül 2023)