“Mısır’da Devlet İstatistik Dairesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre, devlet memurları günde ortalama 27 dakika çalışıyorlarmış. Geriye kalan vakitlerinde de, bol bol çay içiyor ve sohbet ediyorlarmış (hatta haberi veren kaynaklar, “sohbet ediyorlar” demiyor, “dedikodu yapıyorlar” diyor). Şimdi bu haberi okuyunca, prodüktivist (verimlilik ölçümü) ideolojinin şartlandırmaları yüzünden, Mısırlı memurlar için çok kötü şeyler düşünebiliriz. Nitekim, bizim devlet dairelerinde de “çay içip, lak lak eden memurlar yüzünden” işlerimiz yılan gibi uzayıp gittiği için, her birimizin prodüktivizmi haklı çıkaracak cinsten dolaysız gözlemlerimiz de vardır.
Ama bir kerecik de meseleye şu “tembel memurlar” açısından bakmayı deneyemez miyiz? En başta, “sekiz saatlik iş günü”nü idealleştirenler, hangi hesap kitapla insanları böyle mesai cenderelerine sokuyorlar? Belki de, sekiz saatlik iş günü insan doğasına aykırıdır, aksini kim kanıtlayabilir? Sanayi Devrimi’yle birlikte ortaya çıkan sekiz saatlik iş günü kuralı, Kuzey’in soğuk ikliminden Mısır’ın sıcak iklimine, hiçbir çekimserlik kaydı konulmadan, olduğu gibi taşınırsa, işte böyle 27 dakikalık ortalamalar çıkar. Böyle fireler yetişkinler için olduğu kadar, gençler ve çocuklar için de geçerlidir. Sekiz saatlik iş günü, nasıl hiçbir hesaba kitaba dayanmıyorsa, 45 dakikalık ders saatleri de, 8 aylık ders yılları da, hiçbir hesaba kitaba dayanmıyor. “Kuzeyliler öyle yapıyor, herhalde bir bildikleri vardır” diyerek, Güneyliler de, Vietnamlılar da, Zaireliler de, Iraklılar da, Türkler de bu çizelgeleri olduğu gibi benimsiyorlar. Bu taklitçilik, özellikle eğitim programlarının uygulanışında çok belirgin. Anglo-Saksonlar çocuklarını nasıl eğitiyorlarsa, Sudanlılar da öyle eğitmeye kalkışınca işler karışıyor. Böylece gelsin 45 dakikalık dersler, gelsin 4 aylık sömestreler, gelsin sekiz yıllık temel eğitimler. Üstüne üstlük, Kuzey’de de, Güney’de de bütün eğitimcilerin görüş birliğine vardıkları bir tespit var: hiçbir öğrencinin dikkatini 15 dakikadan fazla, anlattığınız konu üzerinde yoğunlaştıramazsınız.
O yüzden işinin erbabı eğitimciler, bu kritik 15 dakikayı iyi değerlendirip, araya bir dinlenme faslı koyduktan sonra, ikinci bir 15 dakika daha kazanmaya bakarlar. Böylece insan doğasına pek uygun olmayan bu 45 dakikayı, kendi yöntemleriyle insanîleştirmeye çalışırlar.
Belki Mısırlı memurların yaptıkları da budur. Kendilerine zorla kabul ettirilmiş bu anlamsız 8 saatleri, anlamlı 27 dakikalarla doldurup, geri kalanını da prodüktivistlerin istatistik araştırmalarına havale ediyorlar. Ama prodüktivistlerin, bu mesajı doğru algılayabileceklerini sanmıyorum. Onlar, çoğu zaten gereksiz olan bürokratik işlemleri, 27 dakikada bitecek şekilde yeniden düzenlemek yerine, memurları hizaya sokmanın yollarını arayacaklardır. Bunu yaparken de bol bol “Vatan, Millet, Nil” edebiyatı döktüreceklerinden emin olabilirsiniz. Hatırlarsanız, buna benzer bir düzenleme vaktiyle Yunanistan’da da yapılmıştı. Yunanistan’ın iklim şartları yüzünden yazın öğle sıcağında çalışmayıp siesta yapan memurlar, “artık Avrupa Topluluğu’na girdik, böyle geri kalmış adetleri terk etmemiz gerekir” bahanesiyle, öğle uykularından edilmişlerdi. Onlar da, o gün bugündür, bunun intikamını bütün öğle sonrası mesailerinde vatandaşlarına eziyet ederek alıyorlar.”
*Nabi Avcı, Bombacı Parmanides, İşaret Yayınları, İstanbul: 1989, sh. 103-105.