ÜZGÜNÜM NEWTON YANILMIŞSIN
Malum geçtiğimiz son 100 yıl içerisinde zamanın her yerde eşit ve aynı olduğunu varsayan Newton Mekaniği çöktü bunu da Einstein yaptı. Bilim dünyası ilk başta zaman evrenin her köşesinde aynı şekilde işler şeklinde karşı bir çıkış yaptı. Newton mekaniğine göre dünyadaki bir kimsenin kolundaki saat ile aydaki, Mars’taki birinin kolundaki saat aynı zaman dilimini gösterir zaman her yerde mutlaktır temeline dayanıyordu.
Buna rağmen Einstein bir gün not defterine şu cümleyi yazdı:
“Üzgünüm Newton yanılmışsın”
Çünkü Einstein’ın bulduğu şey zaman algısının zaman ve mekâna bağlı olarak farklı olduğuydu.
Şöyle ki 30 yaşlarında olan ikiz kardeşlerinden birini uzay aracına bindirip gönderdiğimizi varsayalım. Biri yeryüzünde beklerken diğeri ışık hızına yakın bir süratte uzayda dolaşıp bir saat sonra dünyaya dönüp geldiğinde dünyadaki kardeşini yaklaşık 75 yaşlarında bulur. Bu sadece matematiksel bir teori değil aynı zamanda bulgularla desteklenmiş bir gerçektir. Bu sebeptendir ki uyduların zamanlarını sürekli düzeltmezsek GPS bizi takip edemez, bize doğru yer ve konum bilgisi veremez hale gelir. Aradaki hız farkından dolayı bir faz farkı oluşur.
Allah bu ilmi gerçekliği bize 1400 yıl önce gönderdiği Kur’an’da haber vermişti zaten. Bilim bunu şu son yüzyıl içerisinde keşfedebildi. Evrenin her köşesinde zamanın aynı olduğunun zannedildiği yüzyıllar boyunca Müslümanlar olarak bizler de kalkıp böyle bir gerçeği telaffuz bile edemedik!
Zaman, evrenin farklı koordinatlarında farklı olabilir. Çünkü Rabbimiz böyle diyor. Evet, bunu size şimdi ispat edemiyoruz belki ama Rabbimizin sözüne itimadınız var. “Gün gelecek hakikat ortaya çıkacak, bunu ispat edeceğiz” dediğimiz bir dönem geçiremedik maalesef…
Böyle bir dönem geçirseydik, bu ilmi gerçekliği biz ispat etmiş olsaydık. O zaman dünyanın gündemindeki İslam algısı, İslam ve bilim ilişkisi farklı olacaktı. Fakat biz Allah’ın sözünü bilim açısından yeter bir temel kabul etmedik ama bilim adına birileri bu konuda çalışarak teoriler sunup bir takım bilimsel gerçekler ortaya koyduğunda “evet çok doğru söylüyorlar Allah da zaten böyle söylüyor Kuran’da” dedik. Hemen altına ilgili ayeti getirip zikrettik. Ama bu inandırıcı olmadı maalesef…
Düşünebiliyor musunuz?
Evrenin farklı yerlerinde zaman farklı işliyor. Evrenin çok uzak bir köşesinden içinde yaşadığımız dünyaya hatta galaksimize bakarken hayal edin kendinize!
Siz orada 10 dakikalık bir zamanda bu seyir içerisindeyken bizim için yeryüzünde belki de on bin sene geçiyordur.
Günümüzde aklın beyinde olduğu fikrine karşın, kalpte olduğunu söyleyemiyoruz. Ama Allah (c.c.) kalpte olduğunu söyler.
Kalbin akletme fonksiyonuna sahip olduğuna dair bilim adamlarının elinde yeterince veri yoktur. Ancak şunun farkında olmalıyız ki; beyin esasında muazzam bir işlemcidir. İçerisinde bununla işlem yapılmasına rağmen Allah (c.c.) akletme fonksiyonunu kalbe yüklemiştir.
Gözün gördüğü bir görüntü, kulaktan giren bir ses, beynin işleyip iletebildiği sinyal gibi elektriksel bir veriye dönüştürülüyor. Veri işleniyor, karşılaştırılıyor, depolanıyor ve muhakeme ediliyor. Bunların hepsi ayrı ayrı fonksiyonlardır. Ve hepsini hizmet ettiği bir üst fonksiyon vardır. Bu da insanın Öz varlığına yani ruhuna dair çok daha insani bir fonksiyondur. Muhtemelen insanın karar alma, iradesini ortaya koyma fonksiyonu buna çok yakın bir boyutta işliyor.
Günümüz tıbbına göre bütün işlemlerden maksat beyin’dir. Bir gün gelecek yine keşfedecekler. Söz gelimi “kalbin üst düğüm noktasındaki çok küçücük bir bölümden öyle yoğun bir sinyal alıyoruz ki bu sinyal neredeyse kan üzerinden beyindeki bütün işlemlere hükmediyor her şeyi o yönetiyor nöronlar da ona hizmet ederek bir altyapı sağlıyor” diyecekler. Bunu bilgisayardaki RAM, geçici bellek, ara bellek ve buradaki fonksiyonların tamamı gibi düşünebilirsiniz bunun ortaya çıktığı gün biz yine:
“Ha… Evet evet bak! Allah da bu ayette kalpten bahsediyordu. Akleden yanımızın kalp olduğunu bize haber veriyordu” diyeceğiz.
Kur’an nesnel bir varlık olarak akıl diye bir şeyden bahsetmez. Ancak kalp kelimesini kullanır ve bu nesnel bir varlıktır. Kur’an’da “akıl” diye bir varlık yok. “Akletme” diye bir fonksiyon vardır. O da bu kalbin fonksiyonudur.
Kalpler aklederse o zaman kişiler iman eder. Kalpler aklettiği halde, kişiler kalplerine vefa göstermezlerse bu kez inkâr ederler küfrederler. Kâfir olurlar. O yüzden Allah (c.c.) Ali İmran 167. ayetinde “Kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar” bulunmaktadır.
Hücre gibi olağanüstü bir sistemi ele alalım. Bilim bunu araştırıyor, inceliyor. Anlaşılıyor ki; sadece içindeki mekanizmanın işleyişini anlatmak için bile devasa kalınlıkta kitaplar yazmak gerekiyor. Bilime desek ki bir hücre ile herhangi bir fabrikayı sistemsel açıdan kıyasla. Alacağımız cevap bir hücrenin bünyesinde işleyen muazzam sistemin yanında senin fabrikanın hiçbir hükmü yoktur diyecektir. Hücreyi dibine kadar inceleyebilirsin ama sakın ha bir an gelip de bu hücreyi kim yapmış bu kadar sistem kendiliğinden olmaz ki deme çünkü bu hücreyi kim yapmış sorusu sorduğun anda hemen seküler öfkeli ve baskıcı tepkilerle karşılık vererek bu kapıyı kapatırlar.
Kendisini pozitif bilim diye satanlar aslında bu dar bakışın ve dogmatik yaklaşımlarla hareket edenlerin ta kendileridir.
Konunun daha net anlaşılması için şöyle düşünelim:
Diyelim ki uzaydasınız; Mars yüzeyinde keşif gezileri yapıyorsunuz ve birgün plastik bir cisim buluyorsunuz. Üzerinde delikler var, kenarları ve köşeleri ile belli bir şekil ve ebata sahip; belli ki bir amaçla tasarlanmış ve diyebileceğiniz bir telefon kılıfı. Dolayısıyla bu kılıfın bir yapanı olmalı yapılan böylesi basit bir muhakeme çok yerinde ve gayet mantıklıdır. Hemen marsta insan yaşamış diyecekler. Ancak orada bir ağaç bulunsa aynı mantıksal önermeleri ağaç için yapmazlar.
Telefon kılıfından yaratıcısı kabul ettikleri insana gidenler, ondan çok daha karmaşık ağacı, kendisini yaratan Allah’a gitmezler. Oysa analitik ve objektif bir gözle bakıldığında ağacın bir telefon kılıfına kıyasla yapısı çok daha karmaşıktır. Bırakın telefon kılıfını, uzayda basit bir çivi bile bulsalar bunun bir yapanı var diyecek olan kimseler, çividen çok daha karmaşık bir varlık, yaşayan bir canlı gördüklerinde onun kendiliğinden var olduğunu kabul etmeye şartlanmış durumdadır.
Aslında bilimde etki ve tepki vardır. Bulduğun malzeme etki ise onun yapıcısına giden de tepkisi olmalıdır.
Bir de cerbeze yaparak dinin dogma olduğunu söylerler.
Asıl dogmatik olan onlardır… Bu dogma insanı insanlıktan çıkarıp insanın yaratıcısı ile arasında bir perde koymak için geliştirilmiştir.
Biz bu skolastik batı düşüncesine HUZ MA SEFA, DA’MA KEDER diyelim..
Selametle kalın. Fi emanillah