Geçen haftaki yazımızda ülkelerin finansal sistemler açısından temelde ikiye ayrıldıklarını ve bu açıdan karşılaştırıldıkları noktaları belirtmiştik. Bu hafta ise Türkiye’deki finansal sistemin yapısına kısaca bakalım. Finansal aracılar, toplumda tasarruf etmek isteyenlerin birikimleri ile yatırım yapmak isteyenlerin fon ihtiyaçlarını bir araya getiren ve bir diğerine aktaran kurumlardır. Bankalar ve menkul kıymetler piyasası bir ekonomide en temel aracı müesseselerdir. Mevduat bankaları (faizli finans sağlayan kurumlar), yatırım ve kalkınma bankaları ve katılım bankaları (faizsiz finans sağlayan kurumlar) Türkiye’de en yaygın faaliyet gösteren banka çeşitleridir. Türkiye Bankalar Birliği 2023 Ocak verilerine göre, Türkiye bankacılık sisteminde toplam 52 banka bulunmaktadır. Mevduat bankalarından üç tanesi -hepimizin bildiği gibi- kamusal sermayelidir (Ziraat Bankası, Halkbank, Vakıflar Bankası). Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, 1924 yılında kurulan ilk banka olan İş Bankası sanayicilere fon sağlamak için, Ziraat Bankası tarım alanında yatırımları arttırmak için ve Sümerbank (1933) da halkın temel ihtiyaçlarının üretimi ve finansmanını sağlamak için kurulmuştur. (Ziraat Bankası kuruluş tarihi Osmanlı dönemi olmasına karşın savaştan sonra 1923’te tarımda çalışanlara yardım amacıyla şube ve sandık sayılarında önemli artışa gidilmiştir). Dolayısıyla Türkiye’nin bankacılık sektöründeki deneyimi eskilere dayanmaktadır.
Türkiye’nin menkul kıymetler borsası tecrübesi ise nispeten daha azdır. 1985 yılında kurulan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (IMKB), 2013 yılında Borsa İstanbul (BIST) adını almıştır. 2017 yılında devlete ait tüm hisseler varlık fonuna devredilmiştir. 2022 yılı itibariyle 590 şirketin işlem gördüğü BIST, son yıllarda %10’luk hissesinin Katar’a satılması ile gündeme gelmiştir. Bu satıştan sonra Türkiye Varlık Fonu’nun BIST’deki payı %80 olmuştur.
Türkiye’de bahsettiğimiz finansal aracılar dışında bir de sistemi düzenleyen ve denetleyen kurumlar mevcuttur. Bu üç önemli kurum, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ve Sermaye Piyasası Kurulu’dur (SPK). Bu üç kurumdan medyada en çok duyduğumuz elbette merkez bankasıdır, son yıllarda faiz indirimi kararları haberlerde ve tartışma programlarında geniş yer bulmuştur.
Tüm bu bilgilerin ışığında, Türkiye’nin bankacılık sistemine dayanan ve bu sistemin daha gelişmiş olduğu bir finansal sisteme sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. 1980 sonrasında dışa açılan ülke ekonomisi, günümüze kadar önce kendi içinde 1994 ve 2001 bankacılık krizleri ile mücadele etmiş, sonrasında da küresel 2008 krizinin getirdiği negatif etkileri en aza indirmeye çalışmıştır. Esasen dışa açılan ve gelişmekte olan ülkelerin tamamında dönemsel finansal kırılganlık yaşanması normaldir. Politik istikrarsızlıklar ve yanlış ekonomi politikaları da durumu daha da körükleyebilir. Düzenleyici ve denetleyici kurumların varlığı ve hukuki dayanaklar (mevduatların sigortalanması) bunun için çok önemlidir. Zira bankacılık krizlerini tetikleyen en önemli sebep, bankaya yönelik hücumlardır, yani yatırılan mevduatların yerli ya da yabancı yatırımcılar tarafından bir panik ortamında geri çekilmesidir. Özellikle yabancı yatırımcının parasını çekmesi ciddi bir sıkıntı arz eder ki 1994 krizi öncesi yaşanan durum da tam olarak budur.
Bu hafta Bankerler Krizi’ne de değineceğimi belirtmiştim ancak onu da başka bir yazımızda ele alalım. Sağlıcakla kalın.