Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı(OECD) tarafından üç yılda bir yapılan PISA sınavları çeşitli ülkelerde eğitim gören 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgilerini ölçen bir araştırmadır. En son 2018 yılında 79 ülkede gerçekleştirilen bu sınavda, öğrenciler, matematik okuryazarlığı, fen bilimleri okuryazarlığı ve okuma becerileri olmak üzere üç alanda sınava tabi tutulmuşlardır. OECD üye ülkelerinden biri olan Türkiye’de bu sınav 2003 yılından bu yana uygulanmaktadır. Ülkemizin eğitim alanında uluslararası arenada hangi düzeyde olduğunun belirlenmesi açısından PISA test sonuçları önemli bir göstergedir.
2018’de yapılan son sınava baktığımızda, -önceki sınavlarda olduğu gibi- halen üç alanda da Türkiye, OECD ortalamasının altında sonuçlar elde etmiştir. Okuma becerilerinde yüksek başarı seviyesinde olan öğrenci oranımız %3 (OECD ülkeler ortalaması % 9) , matematikte % 5 (OECD ortalaması % 11) ve fen bilimlerinde ise %2’dir.(OECD ortalaması % 7) Başarısızlık oranları ise daha endişe vericidir. Türkiye’de öğrencilerin % 51’i 400 puanın altında kalırken, OECD ortalaması % 17’dir. (Örneğin, ortalama bir OECD ülkesinde öğrencilerin % 17’si bu puanın altında kalmaktadır) Finlandiya ve Güney Kore gibi ülkelerde öğrencilerin sadece % 5’i 400 puanın altında kalmaktadır. Ortalamanın altında olmamız eğitim sistemimizdeki sıkıntıların tartışılmasını da beraberinde getirmektedir. Elbette bu çok uzun ve derinlikli bir tartışma; bu sebeple burada konunun küçük bir noktasına değineceğiz.
Sınava giren öğrencilerden, bu sınavın yanı sıra, motivasyonları, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili bilgilerin toplanması amacıyla çeşitli anketleri cevaplamaları talep ediliyor. Yöneltilen sorular içerisinde cinsiyet, ikamet ettiği bölge/yerleşke, anne-babanın eğitimi ve mesleği, dil ve göçmenlik durumu, hanede mevcut bazı eşyaların varlığı(beyaz eşya, telefon, TV, bilgisayar, araba vb.), evdeki kitap sayısı ve edebiyat, şiir ve sanat alanında kitapların varlığı gibi konular bulunuyor. Bu anketlerden elde edilen bilgiler, eğitim başarısında fırsat eşitsizliğinin rolünü ortaya koyması açısından oldukça önemli. 2000li yıllarda oldukça popüler bir kavram haline gelen fırsat eşitsizliği, kişinin içinde bulunduğu ve değiştirmesinin mümkün olmadığı mevcut ‘koşullar’ ı ifade ediyor. Cinsiyet, ırk, ailevi koşullar her bireyin içine doğduğu ve değiştirmesinin mümkün olmadığı faktörler olarak karşımıza çıkıyor.
Eğitimde fırsat eşitsizliği ile ilgili hem dünyada hem de Türkiye’de yapılan çalışmalarda yukarıda bahsettiğimiz PISA anket sonuçları verilerinden yararlanılarak analizler yapılıyor. Bu çalışmalarda birçok ülke için hemfikir olunan ve eğitim başarısının önemli ölçüde belirleyicisi olduğu düşünülen faktör ailevi koşullar. Türkiye’de eğitimde fırsat eşitsizliğinin % 80 oranında ailevi faktörlerden kaynaklandığı tahmin ediliyor. Anne babanın eğitimi ve yaşadığı bölge( 7 coğrafi bölge) en etkili unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Bazı çalışmalarda cinsiyet ve ikamet edilen bölgeye bağlı olarak eğitime devamda önemli farklılıklar olduğu ve dezavantajlı koşulların kızları erkeklerden daha fazla olumsuz etkilediği ancak eğitim başarısında cinsiyetin belirleyici olmadığı ifade ediliyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin incelendiği çalışmalardan birinde Türkiye’de ailevi faktörlerin öneminin yanı sıra fırsat eşitsizliğinin en çok matematik ve fen bilimleri sınavlarında etkin olduğuna dikkat çekiliyor.*
Türk eğitim sistemininde yaşanan problemlere sosyo-ekonomik açıdan baktığımızda ailevi faktörler en önemli etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki bu konunun iktisat bilimi ile alakası nedir diye sorarsanız şu şekilde özetleyebiliriz: Eğitim, iktisadi kalkınmanın mühim öğelerinden biridir. Toplumların iktisadi olarak kalkınması yaşam standartlarının yükselmesidir ve bu gelir ve tasarrufların yanı sıra eğitim ve sağlıkta da ilerleme olması anlamına gelmektedir. Günümüz iktisat anlayışında bir ülkenin gelişmiş bir ülke sayılabilmesi için yüksek gelirinin olması tek başına yeterli olmayıp, insani gelişme göstergeleri olan eğitim ve sağlık alanlarında da gelire paralel bir atılım gözlemlenmelidir. Bu sebeple, kalkınma yolunda hızla ilerleyen Türkiye’nin eğitim alanındaki sıkıntılarını azaltıcı etmenler daha çok tartışılmalı ve çözüm yolları aranmalıdır.
*Daha fazla bilgi için Aysıt Tansel, Ferriera ve Gignoux ile Salehi-İsfehani’nin araştırmaları incelenebilir.