Paris İklim Anlaşması, 2015 yılında Birleşmiş Milletler ’in hazırladığı sözleşme çerçevesinde iklim değişikliğinin azaltılmasını hedefleyen, 191 üye ülke tarafından imzalanan ve 2016 yılı itibariyle yürürlüğe giren bir anlaşmadır. Antlaşmayı imzalamayı reddeden 5 ülke içinde (Yemen, İran, Irak, Libya ve Eritre) emisyon oranı yüksek dünyanın ilk 20 ülkesinden İran bulunmaktadır. ABD, 2020 yılında anlaşmadan çekilip 2021 yılında tekrar dahil olmuştur. Türkiye, Ekim 2021 tarihinde anlaşmaya sonradan dahil olarak imzalamış ve 2053 yılı itibariyle sıfır emisyon taahhüdü vermiştir. Yakın zamanda kurulan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı dahil olmak üzere Türkiye, iklim değişikliği sorunları için yeni kurumsal düzenlemelere giderek eylem planlarını güncellemektedir. Son yıllarda artan sel felaketleri, orman yangınları ve deniz kirliliği (özellikle müsilaj problemi) ülkemizin bu alanda daha kararlı adımlar atmasını elzem kılmıştır.
Türkiye’nin mevcut sera gazı emisyonu ekonomik büyümeden daha yavaş bir artış göstermekte ve kişi başına düşen emisyon miktarı da birçok AB üyesi ülkeden daha düşük seviyelerde seyretmektedir. Son yıllarda yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımlar sonucunda elektrik, ulaşım ve tarım sektörlerinde karbon salınım ve yoğunluk oranları da yine birçok AB üyesi ülkeye kıyasla daha düşüktür. Ancak kömüre olan bağımlılık oldukça yüksektir ve yeni yatırım planları bu bağımlılığın artacağına işaret etmektedir. İmalat sanayi ve inşaat da AB ye kıyasla karbon yoğun ve daha az enerji verimliliği mevcut olan sektörlerdir.
Türkiye’nin, doğalgazının %99’unu ve petrolünün %93’ünü ithal ettiğini göz önüne alırsak, enerji verimliliğine ve yenilenebilir enerjiye yapılacak yatırımları arttırmak, hava kirliliğini ve enerji ithalatını azaltmakla birlikte küresel enerji piyasalarında karşı karşıya olduğumuz kırılganlığı da en aza indirgeyerek büyük faydalar sağlayacaktır. Dünya Bankası raporlarının hesaplamalarına göre Türkiye, 2053 yılında sıfır emisyon taahhüdünü yakalayabilmesi için mevcut planlanmış yatırımlarına ek olarak 2030 yılına kadar bu alanda 68 milyar dolar daha yatırım yapması ve 2040 yılına kadar bu rakamı 135 milyar dolara çıkarması gerekmektedir. Türkiye ekonomisinin büyüklüğü göz önüne alındığında bu rakam sürdürülebilirdir. Ayrıca yatırımların bir kısmının da (hatta en az yarısının) özel sektör tarafından karşılanması beklenmektedir. Kömür madenlerinden ve kullanımından tamamen vazgeçilmesi diğer bir kritik konudur. Burada bir parantez açalım. Ülkeler her ne kadar bu taahhüdü verseler de bazen ortaya çıkan küresel şoklar bu taahhütlerin tutulamamasına yol açabiliyor. Bunun en iyi örneğini bu yıl yaşadık. Rusya-Ukrayna savaşı sebebiyle oluşan soğuk savaşta, Temmuz 2022’de Rus enerji şirketi Gazprom, Almanya’ya gaz arzını önemli ölçüde azaltınca ve doğalgaz fiyatları da fahiş oranlarda artınca enerji kriziyle karşı karşıya kalan Almanya, yeşil enerjiye geçiş taahhütlerini askıya aldı. Federal hükümet, kömürle ve petrolle çalışan tesislerin tekrar çalıştırılması için acil durum kararnamesi imzalayarak, parlamentonun dahi onayı alınmaksızın tesislerin faaliyete geçmesini mümkün kıldı. (Almanya’da son kömür madeni 2018 yılında kapatılmıştır. Madenler kapanmadan önce kömürü en çok elektrik üretiminde kullanıyordu.) Daha önce elektrik tüketimi ile ilgili yazımızda belirttiğimiz gibi Türkiye’de de elektrik enerjisi üretim santrallerinden fosil yakıtlarla çalışanlar mevcuttur. (67 santral kömürle, 347 santralde doğalgaz ile üretim yapıyor)
Kalkınma hedefleri ve iklim değişikliği ile mücadele kapsamında atılan adımlar birlikte entegre edildiğinde daha yüksek ekonomik büyüme ve istihdam artışı da beraberinde gelecektir. Tarımda verimlilik artarak, gıda güvenliği ve su kıtlığı problemleri de en aza indirgenecektir. Enerji verimliliğini arttıran ve karbon salınımını azaltan politikalar ile hem dünyamızı hem de ülkemizi korumak en öncelikli gündem maddemiz olmak zorunda.