Demokrasi-Basın-İfade Özgürlüğü
Bu üç kelime arasındaki sihirli tılsım sizin de dikkatinizi çekmiyor mu?
Hem dikkatimi hem ilgimi çekiyor benim. Ve biliyorum ki ilk kavram olmadan diğer ikisinden bahsetmek imkânsız. Peki, bugüne kadar birçok tanımı yapılan demokrasi nedir esas olarak?
Salt eşitlik mi? Sınırsız özgürlük mü?
Ya ifade özgürlüğü?
Her aklına geleni her yerde söylemek mi?
Evet, sosyal olaylar ve kavramlar teknik işler gibi denklemlenip yüzde yüz sonuçla tanımlanamıyor belki ama genel yaklaşımlar ve prensiplerle uygulanabiliyor. Bu da bir yerde tanımlamaların döneme göre değişmesine sebebiyet verebiliyor. Bununla birlikte demokrasinin bence en iyi ifade edildiği ve hoşuma giden şu tanımı paylaşayım: “Uğruna ölünen özgürlükler yoktur, yasakların tamamına karşı olmakta. Özgürlüklerin ne kadar serbest bırakılacağı ya da özgürlüklerin ne kadar kısıtlanacağı konusunda anlaşmak vardır. Bunun da adı demokrasidir.”
‘Anlaşmak’
Bir arada yaşamak için birbirimizle ilişkilerimizin sınırlarının çizileceği şekilde anlaşmak…
Ve bu anlaşmanın konuştuklarımızdan eylemlerimize kadar her alanda etkin olması.
Kavgayı-dövüşü bitirecek ya da en aza indirecek şey bu belki de.
İfade özgürlüğünün sınırlarını çizecek çerçeve de bu aynı zamanda.
Hocamın “Önemli olan problemi tespit etmek; problemi tespit ettikten sonra sorun zaten çözülür” sözü kulaklarımda. Ülke olarak yaşadığımız sıkıntıların en temelinde de bu var. ‘problemin tespit edilememesi’
Problem tam tespit edilemeyince sorun da çözülemiyor.
Basın ve ifade özgürlüğü alanında çözülmesi gereken en temel problem ‘Demokrasi’nin tanımlanması, anlaşılması ve uygulanması.
Sonrasında demokrasi çerçevesinde etkin ifadenin hayat bulması ve ‘Basın’ın tanımlanması, sınırlarının çizilmesi.
Yoksa her şeyin sınırsız ve mubah olduğu bir alan mı basın (!) ?
Her mahalle mensubunun karşı mahalleden gelen her fikre ve eleştiriye tahammülsüzlüğünün zirve yaptığı bir dönemde hatta aynı mahallenin insanlarının birbirini eleştiremediği; eleştirdiğinde tü kaka ilan edildiği bu coğrafyada en çok ihtiyacımız olan şeyler; tam anlamıyla demokrasi, ifade özgürlüğü ve tahammül.
Eleştiri ve eleştirinin sınırları da öyle tabii.
Her eleştiri kötü, her eleştiren art niyetli olabilir mi?
Ya herkes Yahudi herkes FETÖCÜ olabilir mi?
Elbette olamaz.
Ama Ahmet Taşgetiren gibi -o dönem- ‘içerden konuşan’ ve üslubu veçhile olaylara son derece kibar yaklaşan ve mevzuları beyefendice yorumlayan birine niye tahammül edilemedi?
Fehmi Koru gibi bir akıl niye yasaklı listede?
Her türlü zırvasına rağmen belirli bir camiaya uzun yıllar emek vermiş bir Dilipak neden TV’deki programından ve gazetedeki köşesinden olmak zorunda kaldı?
Ertuğrul Özkök Hürriyet’ten neden paketlendi?
Uğur Dündar’ın Yılmaz Özdil’e hakarete varan tepkisi normal miydi?
Ya da Ayşenur Arslan’ın her sabah -sara nöbetlerini andıran- ifade özgürlüğü sınırlarını zorlayan halleri?
Türkiye’deki hiçbir mahallede durum farklı değil.
Siyaset uzmanı (!) Uzungillerden Abdurrahman ya da şu Özışıkgiller…
Birilerine baksak iktidar kült, Erdoğan put! Eleştiri mi? Dinden çıkarsın.
Birilerine baksak başkaca kişiler put, kurumlar kült. (Hangi kişi ve kurumlar olduğunu hadi yazmayayım da bir Yurdakök daha yargılanmak zorunda kalmasın)
Başka birilerine baksak adam diktatör ama maşallah diktatör dedikleri kişiye her türlü hakaret, aşağılama serbest…
İyi de nasıl olacak Allah aşkına!
Ne yapacağız?
Ne yazacağız?
Ne konuşacağız?
Birbirimizi kırmamak üzere anlaşmak bu kadar mı zor?
Canım ülkemin kanayan yarasını ne güzel dile getirmişsiniz. Kaleminize sağlık.