Vaktiyle bir köyde üç yakın arkadaş köy kahvesinin pekte yoğun olmayan bir köşesinde oturmuş sohbet ediyormuş.
Dostlardan biri diğer ikisine ben sizden daha kötüyüm demiş. Buna karşılık ikinci arkadaş diğer ikisinden daha kötü olduğunu sonuncu ise aslında en kötünün kendisi olduğunu söylemiş.
Sonra laf başa dönmüş ve şu soru atılmış ortaya neden nasıl daha kötüsün?
O esnada içlerinden biri oradan geçmekte olan bir küçük çocuğa çelme takarak yere düşürmüş ve arkadaşlarına dönüp demiş ki bakın ben bu günahsızı düşürecek kadar kötüyüm.
Diğeri hemen ayağa kalkıp düşen çocuğun kafasını yere vurmaya başlamış. Sonra da zafer kazanmış komutan edasıyla “Hayır işte ben daha kötüyüm” demiş.
Bu kez üçüncü “Boşuna uğraşmayın en kötünüz benim” demiş. Diğer iki arkadaş şaşkınlıkla “Nasıl olur da sen bizden daha kötü olabilirsin” deyince üçüncü; “Yaptığınız kötülüğe karşı hiçbir şey yapmadım. Bu yüzden en kötünüz benim” demiş.
Hayat işte.
İş hayatından aile hayatına, arkadaşlık ilişkilerinden sosyal hayata, eğitimden bürokrasiye ve siyasete aslında her zaman ve zeminde iyiliğimizi ve kötülüğümüzü, güzelliğimizi ve çirkinliğimizi, doğruluğumuzu ve yanlışlığımızı yaptıklarımız kadar yapmadıklarımız; söylediklerimiz kadar söylemediklerimiz belirlemiyor mu?
Evet, bunlar belirliyor.
Yaptıklarımız kadar yapmadıklarımız.
Söylediklerimiz kadar söylemediklerimiz.
Ya da
Yazdıklarımız kadar yazmadıklarımız.
İşte bu sebeple geride kalan son seçimle ve yaklaşan ikinci turla birlikte sonuçların genel ve yerel durumları ile AK Parti’nin kendi iç dinamizminin geldiği noktayı objektif bir biçimde anlamaya çalışıyorum.
Sonuçların beklenenin üstünde olması kimseyi rahata sevk etmesin.
Önümüzde bir yıldan az bir süre sonra yerel seçimler var ve nihayet bu yıldan itibaren hızlıca geçiverecek bir 5 yıl…
AK Parti, yaptığı büyük hizmetler ve fikri anlamda ülke insanına yaşattığı büyük dönüşümle dünya siyaset tarihinde çoktan yerini aldı.
Coğrafyamızda yaşayan halk, insan olduğunu ve insan olmasından kaynaklı değerli olduğunu hissetti AK Parti iktidarlarında her şeyden önce.
Peki, tüm bu büyük devrimlerle birlikte genelde yaşanan yozlaşma yerine kurucu ilkelerle 2002 ruhuna tam dönüş sağlansa/ydı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti herhangi bir ittifaka ve 50+1 çabasına ihtiyaç duyar mıydı?
Balıkesir’de;
Merhum İlhan Aytekin’in çizdiği yolla AK Parti’nin 6-7 hatta 8 milletvekili çıkarması işten bile değilken 5 bizim miydi başkasının mı tartışması yaşar mıydık?
Delegasyon sistemi ve parti içi demokrasi belirli bir düzene oturmuş olsa ve yukarısını taban belirlese seçilmişlere/seçilecek olanlara daha çok sahiplenilmez miydi ve daha yüksek başarılar elde edilmez miydi?
Konunun bir diğer boyutu;
Cumhur ittifakı bileşenlerinin aldığı oy oranı nedense ilk kez Lider Erdoğan’dan yüksek! Ama Erdoğan’ın Genel Başkanlığını yaptığı AK Parti her zamanki gibi yine liderinin altında.
Farkında mısınız?
Son dönemim dediğine göre, Cumhurbaşkanı’ndan sonrasına camia olarak hazır mıyız?
Alt alta sıralayacak olsak sayfalar alacak şeyler…
İkinci turdan sonra belki bir yayında belki bir başka yazıda daha uzun konuşabiliriz.
Ancak şunu iyi not edin ve merak edeniniz varsa da arayın anlatayım;
Partinin ve Liderin başarısı kadar düşen oranlar ve başarısızlıklarda da
En tepeden en aşağıya
Mahalle temsilcisinden, aday adayına, il yöneticisinden çaycıya,
Belediye Başkanı’ndan bürokrata kadar…
Herkesin az çok bir payı var.
Halkanın bir parçası olanlara sesleniyorum,
Hala şapkanızı önünüze koymadıysanız…
Şapkanızı da alıp gitmek zorunda kalabilirsiniz!
Aynen kardeşim reis kadar calışmıyorlar miras yedi hepsi miras bitince napcekler bakalım