Dün sevdiğim bir ağabeyim aradı.
Şehrin yöneticilerinden…
-“Fatih Sultan Mehmet ile ilgili ne düşünüyorsun?” diye sordu.
-“Osmanlı Padişahlarından biri…” dedim.
-“Bu kadar mı?” dedi.
-“E bu kadar abi. Tam olarak neyi soruyorsun biraz açsana” dedim.
-“Sen Fatih’e katil demişsin” diye başlayıp sohbet ettiğim bir ortamda konuşulanları aktarmaya başladı.
İşte böyle şeyler hoş değil, bunları konuşmak yakışık almıyor minvalinde şeyler söyledi…
Açıkçası biraz kızmış olsam da nezaketimi bozmadan cevaplar verdim.
Ancak bu telefonla anladım ki maalesef toplumumuzun bir kesimi hala olayların sebep ve sonuçlarını derinlemesine ele almaktan kaçınıyor ve hala başta tarihi olaylar olmak üzere; sosyal ve siyasi hayata, ekonomiye, dinin bidatlerine eleştirel gözle bakamıyor.
Hâlbuki eleştirel düşünce tarzını zihinlerimizde oturtmak o kadar hayati bir öneme sahip ki…
Tarih bizim tarihimiz. Din bizim dinimiz. Siyasi-Dini-İlmi şahsiyetler bizim şahsiyetlerimiz.
Doğrusuyla yanlışıyla, sevabıyla günahıyla, kişileri ve konuları her yönüyle değerlendirmek zorundayız.
Yoksa tarih tekerrürden ibaret olur.
Geçmişte yapılan yanlışlardan ders çıkartmak ancak eleştirel yorumlamalarla mümkündür.
Ve bu eleştirel tutum hiçbir şahıs ve devleti, âlim ve mezhebi alçaltmaz.
Yapılan yanlışlar yapılan diğer büyük işleri görmezden gelmemize sebep olmaz.
Bilakis daha sağlıklı sonuçlar almamıza yarar.
Ve böylelikle gelecek projeksiyonumuz daha güçlü olur.
Fatih Sultan Mehmed’in 11 kardeşini devletin bekasını gerekçe göstererek henüz kundaktayken katletmesi; Fatih’in entelektüel tarafını, Bizans’ı yerle bir edip yeni bir çağ açmasını, büyük devlet adamlığını görmezden gelmemizi gerektirmez ki.
İstanbul’un fethi ile ilgili hadis olarak dayatılan metnin uydurma olması ve Hz. Peygamber’in böyle bir hadisinin olmaması, İstanbul’un fethi olayını küçültmez ki…
İstanbul’un fethi büyük ve önemli bir olaydır.
Fatih Sultan Mehmed de önemli bir Osmanlı Padişahıdır.
Ancak tüm bu olumlu yanlar bizim Fatih’e tapmamızı, onun eleştirilemez ve sorgulanamaz biri olmasını gerektirmez. Fatih, yönetimi esnasında çok güzel işlerinin yanı sıra kardeş katli başta olmak üzere çok yanlışlar da yapmıştır.
Aynı şekilde Abbasilerin saltanat belasını tıpkı Emeviler gibi devam ettirmesi…
Taht kavgaları yüzünden yüzlerce Müslüman’ın ölümüne sebep olmaları…
İlk dönem Abbasi Halife-Sultan’larının -maalesef- Harun Reşid dâhil alkole düşkünlükleri ve iç savaşlar haricinde de birçok Müslüman Âlimi kendi iktidarlarının devamının önünde engel gördükleri için katletmeleri…
Çok ama çok büyük yanlışlardır.
Saltanat sultası yerine istişare mekanizması, babadan oğla yönetim yerine daha çok sesli yönetimi tesis edebilirdi aslında Abbasiler.
Ve belki de devamında İslam toprakları da saltanat belasından kurtulabilirdi.
Ama yapmadılar.
Bununla birlikte Abbasilerin İslam’a çok büyük hizmetleri de oldu.
İlimde fende bu dönemde ilerledi Müslümanlar.
Ve fetih çalışmaları neredeyse hiç sekteye uğramadı yöneticilerin bu denli serkeşliğine rağmen.
Peki, biz tarihi değerlendirirken Emevilerin, Abbasilerin, Selçuklunun, Osmanlının ya da Cumhuriyet’in yanlışları ve olumsuz yönleri ile ilgili hiç mi sesimizi çıkarmayacağız?
Ses çıkarmaz ve eleştirmezsek nasıl ders alacağız geçmişten?
Eyüp Sultan’ın kabri şu an bulunduğu yerde değil demek suç mu?
Barış ve hümanizme çağıran (İslam’a değil ama bakın insanlığa çağıran) Celaleddin Rumi’nin pislikten lağıma dönmüş Mesnevi’sini ilahi öğreti kitabı olarak kabul etmek zorunda mıyız?
Üçler, yediler, kırklar; uçan kaçan evliyaların efsanelerini yutmak zorunda mıyız?
Hiçte değiliz kusura bakmayın.
Önce insan ve Müslüman sonra da gazeteci ve ilahiyatçı olarak konuşulmayanı konuşmak, yazılmayanı yazmak, söylenmeyeni söylemek, yapılmayanı yapmak benim aslî görevim.
Yaşadıkça doğru bildiğim ilkelerden vazgeçecek değilim.
Ben İsmail Yurdakök’ün oğluyum.
Unutanlara hatırlatmak isterim…