Büyüklerimiz hep söyler nerede o eski Ramazanlar diye? Hâlbuki Ramazan ayı eski zamanda nasıl yaşanıyorsa günümüzde de benzer şekilde yaşanıyor. Eskiden oruç tutuluyorsa yine oruç tutuluyor, eskiden teravih namazı kılınıyorsa yine teravih namazı kılınıyor. Pideler, güllaçlar yine masalarımızda yerini alıyor.. Ancak büyüklerimizin eski Ramazanlar diye kastettikleri sanırım yapılan hareketler veya yiyip içilen sofralar değil. Yaşarken farkında olmadıkları ama sevdikleriyle bir arada oldukları, iftar öncesi koşuşturmalı geçen o tatlı telaşları özlüyorlar. Aslında büyüklerimiz için eskide kalan Ramazan ayı değil eskide kalan onların anıları, yaşanmışlıkları..
Biz tarihçiler için eskide kalanlar ise tabii ki geçmişteki toplulukların Ramazan ayındaki faaliyetleridir. Bu faaliyetleri kaleme alarak sizlerle buluşturmanın mutluluğu da bana bir Ramazan hediyesidir.
Gece Eğlenceleri
Osmanlı Devleti’nde Ramazan ayında, çalışanlar hariç insanlar gündüzleri evlerinde istirahat ve ibadet ediyorlardı. Akşam ezanı ile gece hayatına aktif bir şekilde katılıyorlardı. Hatta bazı rivayetlere göre kış mevsimine denk gelen Ramazan ayında birçok devlet dairesi geceleri açık olabiliyordu. Sahur vaktine kadar İstanbul gecelerinde çeşitli eğlenceler düzenlenirdi. Karagöz – Hacivat, Meddah, Kukla gibi çeşitli oyunlar oynanır, halk da bu oyunları izlerdi. İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunan Şehzade (Şehzadebaşı) Camii meydanında çeşitli faaliyetler düzenlenirdi. İnsanlar iftar yaptıktan sonra bu alana gelirler ve gezerlerdi.
İftar saati geldiğinde bütün evlerin kapıları ya tamamen açık ya da yarı açık bırakılırdı. Halk arasında karnı aç olup yiyecek yemeği olmayanlar bu açık kapılardan içeri girip evin misafiri olur ve iftarı hep birlikte yaparlardı. Yıllardır Osmanlı kültür tarihi ile ilgilenirim ama inanın bu bilgi kadar beni etkileyen başka bir şeye rastlamadım. İnsanların böyle düşünerek sofralarını hiç tanımadıkları kişilere açması kültür tarihinde beni duygulandıran yegâne şeylerin başında gelir.
Borçluların Borcu Silinir
Halk arasında yaşayan zenginler, bakkallara gidip veresiye defterinden rastgele bir sayfa açtırırlardı. Çıkan sayfada kaç lira borç varsa onu ödeyip borçluya yardım ederlerdi. Ancak borcu ödeyen kişi kimin borcunu ödediğini bilmezdi. Aynı şekilde borcu ödenen kişi de kimin kendisine yardım ettiğini bilmezdi.
Osmanlı halkı Gayrimüslimler ve Müslümanlardan oluşmaktaydı. Ramazan ayında bu iki inanca sahip olan halk arasında, huzuru yakalayabilmek için bazı uyarılar yapılırdı. Örneğin Gayrimüslimlere, Müslümanların bulunduğu yerlerde yiyip içmemeleri söylenirdi. Müslüman davulculara da sahur vaktinde Gayrimüslimlerin oturduğu yerlerde davul çalmamaları tembih edilirdi. Böylece halk huzur içinde yaşardı.
Halk bu şekilde Ramazan ayını yaşarken Osmanlı Sarayı’nda Ramazan ayı nasıldı diye sorarsanız hemen gelelim saraya… Ramazan ayı başlamadan önce saray halkı tarafından (yani padişahın ailesi) mutfaktaki aşçılara bir aylık iftar menüsü verilirdi. Aşçılar listeye bakarlar ve Ramazan ayı boyunca yemekler bu listeye göre pişerdi. Sarayın kapıları iftar saatinde ardına kadar açılır, halktan kişiler gelip bu saray yemeklerinden yerlerdi. Hatta bir zaman ‘’diş kirası’’ adı altında hediye oluşturmuşlar ve saraya gelip iftar yapan kişilere dönüşte bu hediyelerden verilmişti. Bu arada yeri gelmişken belirtelim Gayrimüslim halk da Ramazan ayında sarayda düzenlenen iftarlara katılıp yemek yiyebiliyordu.
Müslümanların Sarhoş Olması Yasak
Osmanlı Devleti, Ramazan ayında Gayrimüslimler dışındaki halkın meyhaneye gitmesini ve içki içmesini yasaklamıştı. Eğer içki içen ve sarhoş olan bir Müslüman görülürse ona ceza verilirdi. İçki yasağı dışında Ramazan ayında başka yasaklar da görülmekteydi. Ramazan dışında fırıncı ve kasapçı esnaflarına fiyatlar belirlenip söylenirdi. Devletin önerdiği fiyatın üzerinde hiçbir esnaf satış yapamazdı. Eğer satış yaparsa o esnaf ağır bir şekilde cezalandırıldı.
Bir diğer yasak da Ramazan ayında bir hastalığı olmayan ama oruç tutmayan kişiler eğer açıktan yemek yerlerse cezalandırılırdı. Hasta olup oruç tutamayanlar da açıktan yemek yiyemezlerdi. Ama oruç olmadıkları için oruçlu olmayanların bulundukları yerde yemek yiyebilirlerdi. Devlet, bunun üzerinde özellikle duruyordu. Kimin yemek yiyip kimin yemek yemediğini takip edebilmesi için devlet tarafından özel memurlar görevlendirilmişti.
Ramazan ayında halkı bilgilendirmek ve bu cezaları söylemek için ‘’Tembihname’’ adı verilen yazılı bir metin hazırlanırdı. Bu metin uyarmak anlamına gelmekteydi. Bu tembihnameler sokaklarda, camilerde okunarak halka duyurulurdu.
Bildiğimiz gibi Ramazan ayının geldiğini ayın hareketi olan hilalden anlamaktayız. Osmanlı Devleti’nde hilali gören ilk kişiler bunu devlet erkânına haber verirse kendilerine ödül olarak 150 kuruş verilirdi. Bu tatlı yarış için insanlar günler öncesinden hilali beklemeye başlarlardı.
Yazımı burada sonlandırırken sizlere Osmanlı Dönemi’nden kalan bir iftar menüsü vereyim. Bildiğiniz gibi iftar yemekleri hep çorba ile başlar. Osmanlı Dönemi’nde de iftar yemekleri çorba ile başlardı. Ama İşkembe çorbası ile. Saray mensupları da halk da oruçlarını zemzem ile açtıktan sonra ilk olarak işkembe çorbası içiyorlardı. Çorbadan sonra et, etten sonra tatlı olarak kaymaklı güllaç veya baklava tatlısı yenirdi. Ramazan ayında sofralarda zeytinyağlı yemek, lahana gibi sebzeler olması tercih edilmezdi.