Kısa bir süre önce Kahramanmaraş merkezli yaşadığımız deprem felaketi nedeniyle vefat eden insanlarımıza Allah’tan rahmet ve yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Üç tarafı denizlerle çevrili, dört tarafı cennet vatan Türkiye. Bolluk ve bereketin toprağı bu güzel ülke, tarihin ayakta kalmış delilleriyle canlı bir müze. Gencecik nüfusu medeniyetin yegâne umudu. Oysa şimdi kayıplarımızın yası tüm ülkenin dört mevsimi. Ancak hayata devam etmek mecburiyetindeyiz. Kolay değil ancak tüm ülke idrakindeyiz bu gerçeğin. Bununla birlikte yaraları sarmak için harekete geçmek şart. Hepimiz bu korkunç felaketle karşılaştığımızdan beri iyiliğin ölmediğini kanıtladık. Evet ama tam da şimdi esas görevimiz başlıyor. Maddi kayıpların tamiri belki daha kolay. Hiçbirimizin yarasını deşme niyetinde değilim. Hepimiz haberleri takip ettik. Kaybolan hayatlar bir yana yıkık binalar arasında kaybolup giden umutların, hayallerin de cenazelerine ulaştık. Kaç annenin yavrusundan vazgeçmek durumunda kaldığını, kaç yavrunun molozlar arasında kaybolduğunu anlatmaya ne benim kalemim yeter ne de okumaya sizin yüreğiniz el verir. Ancak evlatlarını kurtaramayan bir babanın kalbini ne tamir edebilir ki? Bunlar tarifi mümkün olmayan travmalardır.
Peki bu travmalarla nasıl mücadele edeceğiz?
Deprem, gerçekleştiği coğrafyada oluşturduğu yapısal yıkımın yanı sıra insanların yaşamlarını da derinden sarsan ve ciddi psikolojik etki gücüne sahip yıkıcı bir tabiat olayıdır.
Depremden sonra insanlar enkazdan kurtarılır, fiziksel yaralar tedavi edilir, barınma imkanı sağlanır ve güvenli yerleşkeler kurulur. Ancak birçok depremzedenin psikolojik tedavisi uzun bir süreç alacaktır. Dolayısıyla bu süreç çok daha hassas ele alınmalı ve kişi kendini psikolojik olarak yardıma hazır hissedene kadar bir zorlama durumu olmamalıdır. Deprem sonrası verilen tepkiler kişiden kişiye farklılık gösterir. Bunun en önemli nedeni olayın şiddeti, depremzedenin kişilik yapısı ve genel psikolojik tepki durumu, eğitim seviyesi ve sahip olduğu değer yargılarıdır. Tüm bunların yanı sıra depreme maruz kalmamış ancak doğal felaketi yakından takip etmiş vatandaşlarımızın da benzer duygu ve düşünce içerisinde olması kaçınılmaz niteliktedir. Deprem kuşağında yaşayan insanlar olarak bu felaketlere hazır olmak mecburiyetindeyiz. Bir deprem planına sahip olmak ve öncelikle depreme dayanıklı binalar inşa etmek zorundayız. Ancak tüm bunlara rağmen yine de bir enkaz altında kalabilir ve depremzede olabiliriz. Böylesi bir durumda maddi ve manevi kayıplar yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Bu kayıplar psikolojik olarak çökmemize sebep olacağı gibi beynimizin, kendisini korumak için duygusal olarak kapanmasına da sebep olabilir.
Bilinç düzeyine ve çözüm üretme gücüne göre insanlar savunma mekanizması geliştirmekte ve ruhunun ıstırabını dindirebilmek için elinden geleni yapmaktadır. Kişisel gözlemlerime binaen bu konuda altını çizmek istediğim bir nokta var; deprem bölgelerinde olmayan vatandaşlar olarak depreme ve depremzedelere ilişkin ciddi bir merak içindeyiz. Fakat şu dönemde söz konusu merakımızı bir nebze bastırmalıyız. Çünkü depreme dair sorduğumuz tek bir soru bile birtakım travmatik sonuçlara neden olabilir.
Peki bu noktada bireysel iyileşmenin ötesinde toplum olarak ne yapabiliriz?
Öncelikle yaşanan bu felaketin olumsuz sonuçlarını kabullenmemiz gerekir. Bu kayıpların büyüklüğü sadece içinde bulunduğumuz dönemi değil ileriki hayatımızı da ne yazık ki etkileyecek niteliktedir. Toplumsal psikolojimizin önemli ölçüde bozulduğunu, geleceğe umutla bakma istekliliğimizin yara aldığını hatta derinden sarsıldığını kabul etmemiz gerekmektedir. Tüm bunların tamiri uzun yıllar alacaktır.
Bundan sonra hep beraber bu büyük problemin her bakımdan çözümüne odaklanmamız ve bunun için el birliğiyle çalışmamız gerekmektedir. Şimdi sağduyulu ve birlik olma zamanı…
Sümeyye ELBAY TÜRCAN